“Ağlayın ağlayın, biz de çok ağladık”

    “Ağlayın ağlayın, biz de çok ağladık”

     

    İsmail Molla (Rodoplu) genç yaşlarda iken ilim öğrenmek amacı ile memleketten ayrılarak EL EZHER Üniversitesinde okumak için Mısır’ın başkenti Kahire şehrine gitmiştir. Arkadaşların büyük bir kısmı, hacı kafilelerinin Mısır üzerinden geçtikleri için onlara takılıp oraya tahsil görmeye geldiklerini söylüyorlardı.

    Azınlığımızdan bir çok ağabeyimiz o yıllarda, Mısır Kahire’de yer alan İslâm aleminin en prestijli El Ezher Üniversitesinde okuyorlardı. İsmail Bıçakçı, İsmail Rodoplu, Jandarma Mehmet, Hasan Paçaman, Adem Bekiroğlu, Hüseyin Aga v.d. sayabilirim.

    Bu arkadaşlar küçük guruplar halinde, değişik zamanlarda, çok daha önceden oraya gitmişlerdir.

    El Ezher Üniversitesinin bugün 2 milyon civarında öğrencisi vardır. O yılarda 103 ülkeden öğrenci vardı. Arapça ve dini tedrisat üzerinde dünyanın en büyük ve en eski   üniversitelerinden biriydi. Devamında fen, mühendislik gibi fakülteler de eklendi.

    Biz de Mısır’a 1966 yılının başında gitmiştik. Bütün İslâm alemindeki öğrencilere ve hatta Müslüman olmayan Japonya, Avrupa, Amerika gibi ülke insanlarına da kucağını açmış bir kurumdu. Sadece Mısır’ın değil, diğer İslâm ülke vakıflarının da desteklediği ve Mısır devletinden bağımsız bir üniversite idi. O kadar büyümüştü ki nerdeyse Kahire’nin yarısı El Ezherin gibi bir durum oluşmuştu. Abdülnasır zamanında bu servetin büyük bir kısmı kamulaştırıldı. Büyüklerimizin anlattıklarına göre Kral Faruk, dışarıdan gelen yabancı öğrencileri bizzat ağırlıyormuş. Kısacası Mısır ve İslâm aleminde söz sahibi bir üniversite idi.

    “AĞLAYIN AĞLAYIN, BIZ DE ÇOK AĞLADIK”

    İsmail abinin bu üniversiteye 1957- 58 yıllarında gitmiş olduğunu tahmin ediyorum. Onlardan önce de 1952’den itibaren İsmail Bıçakçı orada öğrenim görmüştür. Biz, 1966 yılında buradan o kurumun davetlisi olarak iki öğrenci ancak gidebildik. Mısır’a gittiğimizde bizleri ilk İsmail abi karşıladı. Bizi yurda götürdü. Çok modern ve eski olmak üzere değişik tiplerde yurtlar ve tekkeler vardı.

    O yıllarda Kahire nüfusu 20 milyona yakındı. İlk oraya vardığımızda, köyden giden çocuklar olarak şaşırmıştık. Bizi kaldıkları yurda götürdü. Sıkıcı bir yerdi. Ağlamaya başladık. İsmail abi bize, ““Ağlayın ağlayın, biz de çok ağladık”dedi ve ekledi, “ Biz de buraya ilk geldiğimizde çok ağlamıştık, devamında alıştık buralara.”

    Bize yine dedi ki: “Siz bizden daha şanslısınız; çünkü yanınızda biz varız. Bizim örtünecek bir yorganımız dahi yoktu. Arkadaşlar üzülmeyin, üst katta yaşlı Şeyh Akil abimiz var. Sağlık durumu çok kötü. Size beklemek düşer. Sonuç olarak o yorgan bize kaldı ve onunla idare ettik.”

    İşler sonraları daha da düzeldi. Arapça’mızı geliştirmek için başta İsmail abi olmak üzere diğer büyüklerimizden dersler aldık.

    İsmail abi, herkese iyilik yapar, kim gelirse ona başvurur, kısacası dert babasıydı.

    İsmail abi, gece okuluna giderek dışarıdan da lise bitirme sınavlarına giriyordu. Amacı paralel olarak başka üniversitelerde de okumaktı. Desteği kaybetmesin diye El Ezhere de devam ediyordu. Diğer taraftan da normal liseyi bitirerek İskenderi’yenin Tarih kısmına geçtiğini hatırlıyorum.

    ARAP ALEMINE SEMPATIYLE BAKMIYORDU

    İsmail abi, aynı zamanda Kahire Radyosunun Türkçe bölümünde spikerliğe de başlamıştı. Hulusi, Hıdır diye arkadaşları da onunla birlikteydi. Çok ilginçtir, diğer arkadaşları diyorlardı ki: “Biz, oturup sabaha kadar tercüme yapıyoruz, İsmail abi hemen yarım saatte bu tercümeleri bitiriyor.” Ancak Arap alemine sempatiyle bakmıyordu. Nedeni de İsrail ile olan bitmeyen savaşlardı. Ya da teninin de sarışın olması, yabancı kökenli olabilir, diye düşünüyorlardı Mısırlılar. Hatta bu konuda bir çok defa, “Sen yabancı mısın, kimliğini göster” gibi sorgulamalarla da karşı karşıya kalmıştı. Radyoda üç arkadaş arasında tartışma yaşanmış. İsmail abinin de Mısır aleyhine birkaç söz söylediği yetkililere duyurulmuş. Sorguya çekilmişler, Hulusi arkadaşı kendisinin böyle bir söz söylemediğini belirtmiştir. Ancak bu olay onun ve arkadaşı Hulûsi’nin işlerini kaybetmesine sebep olmuştur.

    Daha sonra İskenderi’yedeki Tarih bölümüne gitti o bölümden mezun olduktan sonra Devamında da Selanik’teki (Thessaloniki) üniversiteye filoloji bölümüne kaydını yaptırdığını öğrendik.

    Atletik bir yapısı vardı. Bir gün evine iki hırsız girmiş. Yarı şaka yarı ciddi hırsızlara, “Ne oluyor, taşınıyor muyuz”, demiş ve onları kıskıvrak yakalayarak polise teslim etmiştir.

    HIÇBIR ZAMAN SERVETLE DERDI OLMAMIŞTIR

    Mütevazi, sakin bir hayatı vardı. Hiçbir zaman servetle derdi olmamıştır.(Komotini) Gümülcine’ye döndüğümüzde de hepimize çok çok iyi bir abilik yaptı. Hele hele Mısır’dan gelenler onun yazıhanesinde buluşur, sohbet eder ve dünya konjonktüründen değişik durumları tartışma fırsatı buluyorduk.

    Benim Hemetli (Organi) Nahiye Başkanı olduğum dönemlerde düzenlediğimiz etkinliklere sık sık gelmiştir. Çok daha önceki yıllarda bir seferinde, Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği Başkanı sıfatıyla “Seçek” yağlı güreş etkinliklerine katılmıştı. Biz de tabii ki oradaydık. Orada o yıllarda hiçbir tesis yoktu. Çocuklar çimenin üzerinde tarla gibi bir yerde güreşiyordu. İsmail abi, “Bizden bir isteğiniz var mı?” diye sordu. Onlar da “Kıspet istiyoruz” dediler. O da gülerek, “Yahu bu kadar basit bir şey istenir mi, ben başka daha büyük şeyler isteyeceğinizi beklerdim”, cevabını vermişti.

    "BEN SENIN HOCALIĞINI YAPTIM. ŞIMDI DE SEN KIZIM SEVDA’NIN HOCALIĞINI YAPIYORSUN"

    Her konuda ona danışırdık. Azınlık insanının dert babası, danışılacak ve herkese kapısı açık bir abimizdi. Ben, doktora tezimi yazdığımda kitabımı ona götürdüm. Kendisini orada bulamayınca bürosuna bıraktım. Daha sonra yayınladığı “Gerçek” gazetesinde çok memnun olduğunu yazdı. Daha sonra hep, “Ne tesadüftür ki , Ben senin hocalığını yaptım, şimdi de sen kızım, Sevda’nın hocalığını yapıyorsun”, derdi. Kızı Sevda doktor olmuş ve bir ara benim yanımda da staj yapmıştı. Ben de ona yarı şaka, “Senin kızın doktor olunca, sen de bizden uzaklaştın” derdim.

    Babası Molla Hüseyin amca rahmetli olduğunda ben o gece nöbetçiydim. Çok uğraştık ancak kurtaramadık. Üzücü haberi kendisine ben ilettim. Üzüldü, yüzü sarardı ve şu ilginç sözleri söyledi: “Peygamber efendimiz 62 yaşına kadar yaşadı. Babamız   daha büyük yaşta olduğuna göre daha fazla yaşamış demektir.

    Rahmetli Hasan Hatipoğlu bir 10 Kasım töreninde Konsolosluk bahçesinde rahatsızlık geçirdi. Hemen müdahale ettim. Ambulans çağırdık. Ambulansa İsmail abi de bindi. Hastaneye çekildik ve tam Kılıç anıtının oralarda, saat dokuzu beş geçe, “Nasıl durumu, ağırlaştı mı? Allah Allah bu adam bu kadar mı şanslıymış” gibi sözler sarf etti. Daha sonra hastaneye gittik. Hasan abi de sonunda iyileşti. Kısacası ölüm konusunda bile espri yapabilen bir insandı İsmail abi. Onun en büyük özelliği de bir çok konuda değişik fikirler ileri sürmesiydi.

    “SIZIN BIN DEFA KAZANACAĞINIZI BILSEM BIR DEFA ARKANIZDAN GELMEM. DOKTORUN BIN DEFA KAYBEDECEĞINI BILSEM HER ZAMAN ARKASINDAN GIDERIM”

    Yüksek öğrenim yapan insanları çok severdi. Ben, uzun yıllar politikayla uğraşmadım. Kendisi de bana politikayla hiç uğraşma, diyordu. Bir gün Gümülcine Belediyesine aday olan bir listeden, benim de aday adayı olmamı tavsiye eder mahiyette bürosundan telefon etti. Ben de, “İsmail abi, her zaman politikayla uğraşmayın, diyordun, şimdi ne değişti?” cevabını verdim. O da, “Şimdi zamanı geldi” dedi. Ben, aday olmadım. Daha sonra Hemetli Nahiyesine başkan adayı oldum. Bir münasebetle o da Hemetli’ye gelmişti. Rakip tarafın ona, “İsmail abi sen doktorla beraber geziyorsun, ama doktor seçimi kaybedebilir”, deyince, o da onlara yüksek sesle, “ Sizin bin defa kazanacağınızı bilsem, bir defa arkanızdan gelmem. Doktorun bin defa kaybedeceğini bilsem her zaman arkasından giderim” demişti. Bu benim için çok anlamlıydı. Yüksek tahsillilere ne kadar önem verdiğini anlatan güzel bir anıydı.

    "BAZI ARKADAŞLARIN YÜKSEK APARTMANLARI OLDU. ANCAK BENIM KADAR MESUT DEĞILLER"

    Bize her zaman Şöyle derdi: “Ben hiçbir zaman servet peşinde olmadım. Bazı arkadaşların yüksek apartmanları oldu. Ancak benim kadar mesut değiller. Ailemden, çocuklarımdan çok memnunum. Allah bana bu huzuru verdiği için büyük bir saadet içindeyim.”

    Mesajları her zaman anlamlıydı. Milletvekili iken güven oylamasından önce (Kabinenin 1 oya çok ihtiyaç duyulduğu anlarda gözler Bağımsız Azınlık milletvekiline çevrilmiş ve nasıl oy kullanacağı merak konusu idi). Oylama arifesinde Atina’dan gelen gazeteciler gurubu bir pazar günü ne yapacağı konusunu yazıhanesinin önünde tartışıyorlardı. “Durun, onlara bir sürpriz yapacağım,” dedi. İçeriye girdi, radyoyu açtı, bir futbol maçını dinlemeye başladı ki kendisinin maçla alakası yoktu. Maçı dinler gibi yaptı. Gazetecileri içeri aldı. Gazeteciler onun maç dinlediğini görünce şaşırdılar. “Röportajı başka zamana bıraksak, olmaz mı?” dedi. Böylece o zor günlerde onlara çok anlamlı bir mesaj vermişti.

    “ÜLKEMIZ YUNANISTAN, BIZIM DERTLERIMIZI ISTESE BIR GÜNDE ÇÖZEBILIR; ANCAK BIZDE AÇILAN BU YARALARI NASIL KAPATABILIR?"

    Azınlık hakkında zaman zaman şöyle diyordu: “Ülkemiz Yunanistan, bizim dertlerimizi istese bir günde çözebilir; ancak bizde açılan bu yaraları nasıl kapatabilir? Bizim alın yazımızı bize sorulmadan başkaları yazmış, azınlık bırakılmışız”.

    “İNSAN CENNETTE BILE OLSA AZINLIK OLMAK ISTEMEZ!”

    Yine bazen de azınlık olmanın çok zor olduğunu bahsediyordu. Zaman zaman diyordu ki: “İnsan Cennette bile olsa azınlık olmak istemez! ” diyordu.

    En son 2010 yılında çok ağır bir beyin kanamasıyla Dedeağaç (Aleksandrupolis) hastanesine kaldırıldı. Ümitler neredeyse kesilmişti. Yanılmıyorsam bir ay veya daha fazla uyutularak hastanede koma durumunda kaldı. Daha sonra Allah ona daha 10 yıl bir ömür verdi ki çocukları ve ailesi de kendisine çok sevgi gösterdiler, ilgilendiler ve çok çok iyi baktılar.

    Son olarak rahmetli olmazdan önce (Komotini) Gümülcine’de çalıştığım hastaneye yatırıldı. Kendisini ziyaret ettim. Selam verdim, konuşmuyordu. Kendisine Arapça konuştum ve çok ilginçtir bana hemen cevap verince ben de şaşırdım. Meğerse Türkçe sorulan sorulara hiç cevap vermezmiş . Bana karşı olan sevgisini en zor anında bile böyle ispatlaması beni çok duygulandırmıştı.

    KÜÇÜK ÇAYDA KÜÇÜK BALIK YETIŞIR, BÜYÜK ÇAYDA BÜYÜK BALIK YETIŞIR.”

    İsmail abimiz Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çok samimi arkadaşıydı. O yıllarda El Ezher Üniversitesinde asistan olarak görev yapıyordu. Çok iyi tanışıyorlardı. Ekmeleddin İhsanoğlu İslâm Ülkeleri Teşkilatı Başkanı olduğunda İsmail abi onu ziyaret gitmiş. Sekreteri, “Şu anda işi var sizi kabul edemez”, deyince, O da “Söyleyin ona kim olduğumu”, demiş. Ekmeleddin İhsanoğlu hemen dışarıya çıkıyor ve İsmail abiye sarılıyor. Kendisi bize her zaman bu olayı anlatır ve şöyle derdi: “Küçük çayda küçük balık yetişir, büyük çayda büyük balık yetişir.”

    Yüksek Tahsilliler Derneği başkanıyken, ikide bir arkadaşlar ona, “İsmail abi sen Yunanca’nı biraz daha ilerletsen. Biraz daha düzgün konuşsan olmaz mı”, diyorlardı. O da onlara esprili bir şekilde cevaben derdi ki: “Hani siz çok iyi Yunanca bilenler, bana söyleyin, hangi azınlık sorununu halletmişiniz de, ikide bir bana Yunanca’yı öğren de öğren diyorsunuz!

    Son olarak diyebilirim ki yaşantısı; sade, mütevazi, mutluluk dolu ve israftan uzaktı.

    Yüksek Tahsilliler Derneği Başkanı, gazetecilik ve milletvekili sıfatı ile azınlığımızın tüm mücadelelerinde en ön saflarda yer almış; medeni cesareti ve dik duruşu ile azınlık insanının takdirini fazlası ile kazanmıştır.

    Kısacası bir çınar daha yıkılıp gitti. Kubbede hoş bir sada bıraktı. Kendisine C.Allahtan gani gani rahmet diliyoruz, mekanı cennet olsun inşallah!

    ©2017 Burasi Batı Trakya. Tüm Hakları Saklıdır.

    Please publish modules in offcanvas position.